Bir arada Yaşam için Daha Somut Adımlara İhtiyaç Var, Dr. Mine Yıldırım’la Söyleşi
Kurumunuzun alandaki çalışmalarından kısaca bahseder misiniz?
İnanç Özgürlüğü Girişimi bireysel çalışma alanımdan doğdu. Din ve inanç özgürlüğünün kolektif boyutu üzerine doktora çalışmamı yürütürken şunu gördüm, din ve inanç özgürlüğünü herkes için savunan bir STK yoktu. O sırada Mazlumder’in bazı çalışmaları olmuştu; o da inanç temelli bir oluşumdu ve sürekli bu alanda da çalışmaya devam etmiyordu.
İnsan hakları alanında çalışan kuruluşlar da din ve inanç özgürlüğü alanıyla ilgilenmiyordu. Kendim online bir blog kurarak başladım, herkesi ilgilendiren haberler, raporlar, sözleşmeleri vs. bulabileceğiniz bir kaynak oluşturmak istedim. İzleme ve raporlamayla ilgili fikirlerim ilerledi, bir kişi olarak STK kurmak tabii ki zor bir şeydi. Ben de bir şey kurmak yerine bu proje fikriyle bir STK’ya dahil olmayı tercih ettim. Norveç Helsinki Komitesi’yle karşılaştım, bu projeyi oluşturduk. Daha önceki çalışmalarda azınlık haklarına odaklanan çalışmalar da vardı, ben kişisel olarak azınlık hakları yerine insan hakları üzerinden inanç özgürlüğünün savunulmasını daha faydalı buluyorum Türkiye açısından. Azınlık hakkı savunduğunuz her hakkı insan hakkı olarak da savunabilirsiniz. Türkçe ve İngilizce olarak raporlar yayınlıyoruz; eğitim hakkı, mülkiyet hakkı gibi din veya inanç özgürlüğüyle kesişen haklara da yer veriyoruz. Raporlamayı temel alarak savunuculuk yapıyoruz. Uluslararası izleme mekanizmalarına da dahil oluyoruz. AİHM kararlarının infazını izleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, BM, Evrensel Periyodik İzleme Süreci gibi… Esasında raporlarımız birçok kuruluş için kaynak oluşturuyor. Farklı grupları bir araya getiren bir diyalog platformu da oluşturmaya çalışıyoruz zaman zaman.
“Çokkültürlülük” kavramı sizin için ne ifade ediyor?
Kültürü oluşturan birçok öge var ve bunların serbestçe yaşayabilmesi ve gelişebilmesi için çok boyutlu bir çerçeve oluşturulabilmesi gerektiğini düşündürüyor bana. Genel olarak, çokkültürlülük için çağımızda kaçınılmaz bir olgu diyebiliriz. Çünkü birçok farklı kültür içinde yaşıyoruz ve dünya daha da fazla çokkültürlülüğe doğru gidiyor. Göçler, insanların durağan olmayışı… İnanç çeşitliliği açısından bakarsak insanların inançları durdukları yerde de değişebiliyor.
“Bir arada yaşam” sizin için ne ifade ediyor?
Biraz daha zorlu bir şey bence… Çünkü çokkültürlülük doğal olarak olabilir ama birbirinizle etkileşim için girmeyebilirsiniz. Ama bir arada yaşam etkileşimi de ifade ediyor. Farklı grupların birbirleriyle iletişim kurması, birbirine saygı duymasını gerektiriyor. Bunun için de belli birtakım kuralların olması gerekiyor. AİHM, Fransa’dan kaynaklanan bir davada Fransız mahkemesinin yüzünü örten bir kadına ceza vermiş olmasını AİHS’ne aykırı olmadığına karar vermiş ve bunu da bir arada yaşamın kurallarına dayandırmıştı. Ama bu kuralların kim tarafından, neye göre, nasıl olması gerektiği henüz çözebildiğimiz bir şey değil. Bir arada yaşam için o “bir”lerin var olabilmesi lazım… Dolayısıyla o birlerin bazı haklarını koruyabilmesi lazım, bunun için örneğin bazı pozitif önlemler alınabilir. Ülke olarak biz bu konuda geriyiz. Anadilde eğitim görme, kendi dini liderlerini yetiştirebilme hakları gibi alanlar geliyor hemen akla… Hem kısıtlamalar var hem de bu hakların hayata geçirilebilmesi için finansal kaynak yok.
Farklı kimliklerin bir arada yaşamasının önündeki engeller neler? Nasıl temel sorunlar var? Bu engelleri kategorize etmeniz mümkün olur mu? (Politika bazlı, söyleme dair vs.)
Birbirlerini tanımama, buna bağlı olarak önyargılı olma. Zaman zaman bazı grupların kural koyucu olduğunu düşünmesi, daha üstte bir yerde durarak kuralları belirleme hakkına sahip olduğunu düşünen gruplar, kişiler var. Diğer bir önemli problem bu konularda temel alınması gereken insan hakları standartlarının toplum ve kamu görevlilerini tarafından bilinememesi ve/veya uygulanmaması.
Çalıştığınız alanda/şehirde hangi kültür ve kimlik gruplarından söz edebiliriz?
İnanç grupları ve Etnik gruplar. Sünni Müslümanlar, Hristiyanlar, Yahudiler, Bahailer, Aleviler, Ateistler… Kürtler, Türkler, Ermeniler, Yahudiler…
Çalıştığınız alanda ve şehirde, kültür ve kimlik üzerine çalışan sivil toplum kuruluşları neler?
Anadolu Kültür Derneği, Hafıza Derneği, Hrant Dink Vakfı, PODEM, TESEV, Eşit Haklar Derneği, İnsan Hakları Derneği, Tarih Vakfı.
Kimliklere özgü çatışma ve ayrımcılık alanları neler? Bu alanları kategorize etmeniz mümkün olur mu? (Politika bazlı, söyleme dair vs.)
Kendi çalışma alanımda, haklara erişim bağlamında kimlik temelli ayrımcılığın ortaya çıktığını alanlar istihdam, adalete erişim, eğitim ve din ve inanç özgürlüğü olarak sıralanabilir. Bu ayrımcılığın temelini din veya inanç kimliğine baskın olarak atfedilen anlamın yattığını düşünüyorum – ulusal çıkarlarla çatıştığı düşünülen kimliğin alanı sınırlandırılmak isteniyor. Bu sınırlama kendisini temel insan haklarının kullanılmasının engellenmesi olarak kendini gösteriyor. Bu çatışma algısı sürdüren unsurlar ise temel olarak tarih, din, kimlik konularında eğitim, medya ve siyasi söylem bağlamında tekrarlanan kurulu anlatılar. Bunları tersine çevirecek ve çeviren, dönüşüm alanları ise karşılaşmalarla oluyor. Öte yandan, hukuk yoluyla değişim de mümkün. Türkiye’de ikisi de olmalı ve mümkün.
Kimlik ve kültür gruplarının maruz kaldıkları ayrımcılıklarla ilgili, dönüştürülebilir, hızlı adım atılabilir, iş birliğine açık alanlar var mı? Çözüm önerileriniz neler olurdu?
Birçoğu siyasi iradeye bağlı olduğu için hızlıca dönüştürülebilir bir alan yok bence… Ama son zamanlarda belediyeleri düşünüyorum. Birçok belediyeler özelinde hakka ve hizmete erişim konusunda ayrımcılık nasıl ortadan kaldırılabilir üzerine çalışılabilir, adımlar da daha hızlı atılır. Ve Milli Eğitim Bakanlığı destek verirse eğitim alanı diyebilirim.
Sivil toplum kuruluşlarının atılacak adımlardaki misyonları ne olur?
İlk akla gelen izleme ve problem alanlarını tespit etme. Genel izlenimler değil de daha somut, spesifik olarak hangi alanlarda neler yapılması gerekiyor, sorusunu cevaplama. Artı, iyi uygulamalar düşünebilirler, alternatif çözümler sunabilirler. İletişim kurmaya açık olan kamu görevlilerini bilgilendirebilirler. Önce, sivil toplum kuruluşları içinde ve çevresinde bulunan insanların kendileri bilgilenebilirler tabi, bazen kendileri de bu konuları yeterince bilmiyorlar diye düşünüyorum.