Rapor: Türkiye ve Fransa’da Çokkültürlülük: Bir Arada Yaşam Birlikte Mümkün mü?

Rapor: Türkiye ve Fransa’da Çokkültürlülük: Bir Arada Yaşam Birlikte Mümkün mü?

Rapor: Türkiye ve Fransa’da Çokkültürlülük: Bir Arada Yaşam Birlikte Mümkün mü?

YADA Vakfı olarak sivil toplumun etki kapasitesini artırmak üzere çalışmalar yürütüyor, bu doğrultuda sivil toplumun farklı aktörleri arasındaki diyaloğun güçlenmesine katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Düzenlediğimiz etkinliklerde hem çalışma alanları hem de arka planları ve motivasyonları açısından oldukça farklı birçok kurumu bir araya getiriyor, farklılıklar arası müzakerenin ve hatta iş birliklerinin peşine düşüyoruz. Bu bağlamda kimlik ve kültür gruplarıyla doğrudan çalışan, bu grupları temsil eden ya da bu grupları temsil eden kişilerle çalışan sivil toplum kuruluşları arasındaki diyalog ve iş birliklerinin artırılması gerektiğini düşünüyoruz. Bu motivasyonla, Avrupa Birliği tarafından desteklenen, AB Bașkanlığı tarafından uygulanan Sivil Toplum Diyaloğu V Programı kapsamında Fransa’da faaliyet gösteren AMSED (Migration Association, Solidarity and Exchanges for Application Platform) kuruluşuyla birlikte yürüttüğümüz “Türkiye ve AB’de Sivil Toplum Kuruluşlarının Çokkültürlülük Yaklaşımının Güçlendirilmesi” projesi kapsamında bir haritalama çalışması gerçekleştirdik: “Türkiye ve Fransa’da Çokkültürlülük: Bir Arada Yaşam Birlikte Mümkün mü?”.

“Türkiye ve AB’de Sivil Toplum Kuruluşlarının Çokkültürlülük Yaklaşımının Güçlendirilmesi” Projesi ve Rapor Hakkında

“Türkiye ve AB’de STK’ların Çokkültürlülük Yaklaşımlarının Güçlendirilmesi” projemizi tasarlarken temel kabulümüz çokkültürlülük ve farklı kültür gruplarının gündelik hayatın ve kamusal alanın bir parçası olması noktasında Türkiye ve AB’nin farklı noktalarda güçlü olduğu yönündeydi. AB ülkeleri bu konunun yasal seviyede tanınması, görünür olması, yerel düzeyden ulusal düzeye farklı mekanizmalarla desteklenmesi noktasında özgün bir pozisyona ve “güce” sahip. Ancak toplumsal düzeyde bir mutabakatın sağlanması, gündelik nefret söylemleriyle mücadele noktasında ise oldukça olumsuz bir geçmişlerinin ve hatta bugünlerinin olduğunu söylemek mümkün. Türkiye ise her ne kadar yasal ve mekanizmalar bazında çokkültürlülüğe dair bir görünürlük problemine sahip olsa da, gündelik hayatta bir arada yaşama pratiklerine dair oldukça özgün tecrübelere sahip bir ülke. Bu projeyle de bu anlamda iki tarafında güçlü yanlarını birbirbiriyle konuşturmak ve bu yolla bir güçlendirme faaliyeti yapmak temel hedefimiz oldu.

“Türkiye ve AB’de Sivil Toplum Kuruluşlarının Çokkültürlülük Yaklaşımının Güçlendirilmesi” Projesi ve Rapor Hakkında

“Türkiye ve AB’de STK’ların Çokkültürlülük Yaklaşımlarının Güçlendirilmesi” projemizi tasarlarken temel kabulümüz çokkültürlülük ve farklı kültür gruplarının gündelik hayatın ve kamusal alanın bir parçası olması noktasında Türkiye ve AB’nin farklı noktalarda güçlü olduğu yönündeydi. AB ülkeleri bu konunun yasal seviyede tanınması, görünür olması, yerel düzeyden ulusal düzeye farklı mekanizmalarla desteklenmesi noktasında özgün bir pozisyona ve “güce” sahip. Ancak toplumsal düzeyde bir mutabakatın sağlanması, gündelik nefret söylemleriyle mücadele noktasında ise oldukça olumsuz bir geçmişlerinin ve hatta bugünlerinin olduğunu söylemek mümkün. Türkiye ise her ne kadar yasal ve mekanizmalar bazında çokkültürlülüğe dair bir görünürlük problemine sahip olsa da, gündelik hayatta bir arada yaşama pratiklerine dair oldukça özgün tecrübelere sahip bir ülke. Bu projeyle de bu anlamda iki tarafında güçlü yanlarını birbirbiriyle konuşturmak ve bu yolla bir güçlendirme faaliyeti yapmak temel hedefimiz oldu.

Proje kapsamında gerçekleştirdiğimiz faaliyetler bu amaca hizmet etmesinin yanı sıra bize aslında çokkültürlülük kapsamında projeye başladığımız aşamada doğrudan hedeflemediğimiz farklı meselelere de değme şansını sağladı. Otizm başta olmak üzere farklı engel gruplarının Türkiye’de Suriyeliler başta olmak üzere farklı etnik gruplardan kişilerle özellikle eğitim alanında ne kadar ortak bir tecrübe yaşadığını gördük örneğin. Ya da son dönemde tecrübe ettiğimiz pandemi süreciyle de görünürlüğünü artıran yaş ayrımcılığı meselesinin bir arada yaşama pratikleri içerisinde ne kadar önemli bir boyut olduğunu görmüş olduk. Aynı zamanda bu farklı grupların birbirlerinin hikayelerini ne kadar az duyduğunu gördük. Bu hikayelerin ortak bir şekilde duyulmasının, ortak bir “bir arada yaşam” mücadelesine sağlayabileceği zemini fark ettik, bunun potansiyelini de görerek proje faaliyetlerimizde hep “Bir arada yaşam: Beraber mümkün” iddiasıyla yol aldık.

Ayrımcılık hikayelerine dair paylaşımlar ulus aşırı bazı tartışmaları da aynı zamanda beraberinde getirdi. Fransa’daki başörtüsü tartışmalarıyla ve göçmen politikalarıyla Türkiye’deki geçmiş dönem ve son dönem tartışmalarını karşılaştırma şansı bulduk ve bunların hepsi bize gösterdi ki: Hem yasal düzeyde hem de gündelik hayatı etkileyen tüm paydaşların yürüttüğü faaliyet ve tasarladığı politikalarda kapsayıcılık meselesinin sözde kalmaması için bu farklı grupları temsil eden ya da bu gruplara yönelik çalışmalar yapan sivil toplum aktörlerinin belirleyici özneler haline gelmesi şart. Ancak bu şekilde farklı yerellikler bağlamında inşa edilecek bir bir arada yaşamdan bahsedebiliriz.

Bu raporda da bu konuda bu özneliğe aday sivil toplum kuruluşlarına bir referans noktası olabilecek bir derleme yapmak istedik. Bunun için raporda çokkültürlülük tanım ve kavramlarına dair kaleme aldığımız ilk bölümün ardından tarihsel olarak meselelere baktık ve Türkiye ve Avrupa’da, özelde de Fransa’da çokkültürlülük konusu etrafında şekillenen meselelerin tarihsel bir analizine yer verdik. Son olarak ise bu konularda çalışan sivil toplum kuruluşlarına dair kendi etkinliklerimize davet ettiğimiz ve katılım gösteren kuruluşlar üzerinden bir listeleme çalışması gerçekleştirdik. Umarız bu çalışma gelecek dönemde Türkiye’de bir arada yaşam çalışmalarına bir referans noktası olarak işlevlenir.

Rapora ulaşmak için tıklayın